31 Ocak 2012 Salı

K A R

Gürkan BİÇEN


Şehir göğü gözlüyordu. Bulutlar dağılmış, rüzgâr tanıdık bir soğuğu dağın yamaçlarından sürükleyerek şehrin sokaklarına yaymaya başlamıştı. Ahali, ayaza dönen havanın çocukları sevince boğacak bir neticeye bağlanacağından emindi. Bu işin ilmini tahsil edenler “Hazır olun” diyorlardı. İlkokul çocuklarının ders kitaplarında “beklenilen”in nasıl oluştuğuna dair, resimlerle zenginleştirilmiş anlatımlar vardı. Çocuklar her yarım saatte bir evdeki termometrelere bakıyor, “Az kaldı. Sıfır olunca yağacak” diye birbirlerini müjdeliyorlardı. Yeryüzünün sakinleri nasiplerine düşeni görebilmenin heyecanında idiler.

Biz görmesek de, göğü de böyle bir heyecan sarmıştı. Okyanusların, denizlerin, göllerin, ırmakların, çayların, derelerin, pınarların özünden koparak yükselen hayat, kristalleşmiş ve yeryüzünün sakinlerine rahmet olmak üzere dağlara, ormanlara, vadilere, tarlalara, köylere, kasabalara, şehirlere inmeye hazırlanıyordu. Hani o ilk yaradılıştaki “isteyerek bir araya gelme” anında olduğu gibi yer ve gök isteyerek birlikteliklerini devam ettiriyordu. Yer göğü besliyor ve sonra gök yeri emziriyordu. Kimi zaman yer hafif bir uykuya dalıyor, işte o zaman gök, üşümesin ve kendisine ilgisiz kaldığını sanıp gücenmesin diye yerin üzerini beyaz bir örtü ile sarıveriyordu. İlk yaradılışta kendilerine verilen vazifenin ağırlığını gören yer ve gök, yüzlerini kudreti sonsuz Yaradan’a dönerek; “Ey varlık sebebimiz, dağlar kadar büyük dalgaları olan sularımı ona zarar vermeden göğe nasıl yükseltirim. Şüphesiz ben acizim. Ve ben dağlar kadar çok suyu ona zarar vermeden nasıl yere bırakırım. Şüphesiz ben acizim” dediklerinde onların münacatını işiten Rableri, “Hepsi bir hesap iledir” buyurmuştu. Özleri tatmin olsun diye onlara Mikail’i ve onun etrafında kanatlanan sayısız arkadaşını göstermişti. Onların Rabbi her şeyi kuşatan ve her şeyi sayı ile de bilendi.

Haydi, dedi Mikail, arkadaşlarına, “Rabbimiz şehirlerin halklarına rahmetini murat ediyor. Yarılan bağrına atılan tohumlarla yorulan ve sonra da uykuya dalan toprağı örtmemizi ve böylelikle ‘Rabbimiz bu tohumu senin rahmetine, senin sınırsız şefkatine sığınarak ve senin ona hayat vereceğini umarak attık’ diyen köylülerin dualarını kabul buyurduğunu, şükrederlerse şehrin de ekmeksiz kalmayacağını göstermemizi istiyor” Arkadaşlarından birisi, “Dağları, yaylaları, ormanları da örtmemizi, hayvanlarına otlaklar ve içmeleri için serin sular var etmemizi de istiyor” diye devam etti. Şimdi her birisi Mikail’in işaret ettiği kristali bölüyor, bölünerek çoğalan her kristali bir başkası tutuyordu. İstisnasız hepsi Mikail’in Rabbinden gelen bir emir ile “tamam” demesinin ardından ellerinde tuttukları kristalleri belirlenmiş yere bırakacaklarını biliyorlardı. Onların Rabbi “yerden yükseleni ve yere ineni bilen” idi.

Mikail, bir balinanın göğe püskürttüğü suyun içinde bir zerreyken Mikail’in bir arkadaşı tarafından yükseltilen, okyanusun üzerinde günlerce gezindikten sonra yamaçlarında çobanların seyirttiği, delibozuk keçilerin koyunları ayartmaya çalıştığı bir dağı aşarak işte bu şehrin üzerine kadar gelip burada üşüyen bir kristali alarak her türlü şerden Rabbine sığınıp göğün katlarından inmeye başladı. Mikail onu incitmeyecek de olsa, bu kristal, kendisine verilen değeri gösteren atlastan bir mendile konulmuştu. Bir ara ısınmaya başladığını hissetti ve dudaklarını oynatabildiğini fark etti. “Çok mutluyum” dedi, Mikail’e bakarak. “Rabbimin yüce kullarından birisi beni emanet aldı ve böylelikle ben biliyorum ki, yere inen ilk ben olacağım” Mikail gülümseyerek, “Rabbimiz sana hoşnut olacağın bir yer hazırladı. Şimdi gözlerini kapa ve Rabbini zikretmeye, O’nu yüceltmeye devam et” dedi.

Bahçe kapısının yanında duran küçük çocuk “Kar yağıyor, kar yağıyor” diye bağırdı, elinin üzerini göstererek. Avlunun dışındaki tenekeye kül döken annesi, “Küldür oğlum o” deyiverdi sakince. Çocuk bir süre elinin üzerine baktı. Önce kendisine gülümseyen kar tanesi, sonra atlastan mendil silinip gitti. İlk tanenin her zaman bir masuma indirildiğini bilmeyen şehir halkı Mikail’in işaretini de göremedi.

Çocuk sobanın başına geçerken annesi hayat kapısını kapatmış, melekler yeryüzünü bembeyaz bir dantelle işlemeye başlamışlardı.

1 yorum: